BUSİAD Türkiye Ekonomisi; Alternatif Model Arayışları paneline ev sahipliği yaptı.

BUSİAD Türkiye Ekonomisi; Alternatif Model Arayışları paneline ev sahipliği yaptı.

BUSİAD Türkiye Ekonomisi; Alternatif Model Arayışları paneline ev sahipliği yaptı.

BUSİAD Evi Konferans Salonu’nda gerçekleştirilen panele konuşmacı olarak Gazeteci-Yazar Ege Cansen ile Gazeteci-Yazar-Ekonomist Osman Ulagay katıldı. Oturum başkanlığını Dünya Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hakan Güldağ’ın yaptığı panelin açılışında konuşan BUSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Günal Baylan, 2001 yılında yaşanan ekonomik krizden sonra uygulanan sıkı maliye politikası, esnek kur ve yüksek enflasyonu yenebilecek bir makro-ekonomik çerçeveye sadık kalarak yapılan reformların ülke için yeterli olmadığını belirtti. Bunun en büyük etkisinin ülkenin kronik sorunlarına çözüm olacak sanayi ve ihracat politikaları ile teknolojinin hızla değişimine ayak uyduracak eğitim alanında yapılması gereken reformlar için geç kalınması olduğunun altını çizen Baylan, “Koyulan hedeflerin altı reformlarla desteklenmediği için bu hedeflere ulaşmak ötelenmiştir. Dünya ekonomilerindeki durgunluk, mevcut pazarlarda yaşanan olumsuzluklar, siyasi söylemlerin ülke görünümüne etkileri, finans ve ham maddedeki dışa bağımlılığımız iş dünyasını etkilemektedir. Son dönemlerde açıklanan veriler de buna işaret etmektedir. Hükümet tarafından açıklanan ekonomik destek paketindeki özellikle iş yerinde eğitim ve teknolojiye destek veren bu yaklaşım olumlu olsa da, geleceğin Türkiye’si için yeterli olmadığı görüşündeyiz” diye konuştu.

Baylan’ın konuşmasının ardından panele geçildi. Panelde ilk sözü alan Gazeteci-Yazar Ege Cansen, Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı Devleti’nin bir devamı niteliğinde olduğunu ifade ederek, Türkiye’nin bugünkü ekonomik yapısını anlamak için Osmanlı’ya bakmak gerektiğini belirtti. Türkiye’de kurtuluş savaşı sonrası içe kapalı bir ekonomik sistem uygulandığını kaydeden Cansen, para miktarı ile büyüme arasında önemli bir kolerasyon olduğunu ve iktisadi kalkınmanın sermaye birikimi ile olabileceğini kaydetti. Cansen, 1980’lerde Japonya ve Güney Kore gibi Uzakdoğu ülkelerinin tamamen ihracat odaklı politikalara yönelirken, Türkiye’de de ithal ikameden vaz geçilerek ihracata yönelme hamlesine geçiş süreci yaşandığını aktardı. Cansen şöyle devam etti: “2002 yılında hükümetin başına geçen şu anki Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, iktidara gelmeden önce Türkiye’nin içinden geçtiği ekonomik süreci gözlemleme şansı bulmuştu. Kalkınmak için para gerektiğini biliyordu ve para da dışarıdaydı. Dış kaynak sağlayarak yurt içindeki kalkınmayı hızlandırdı. 2000’li yıllar dünyadaki bol dolar ile Çin mallarının buluştuğu bir dönem oldu.”

“En önemli sorun, sıçrama yapmış dünya ülkelerine ayak uydurma sorunudur”

Cansen’in ardından söz alan Gazeteci-Yazar-Ekonomist Osman Ulagay da Türkiye ekonomisinin 1980’li yıllarda çok sayıda reform hareketine sahne olduğunu ifade ederek, dünya ülkeleri ile birlikte Türkiye’nin de büyük bir gelişim kaydettiğinin ancak dünyadaki bazı ülkelerin çok daha büyük sıçramalar yaptığının altını çizdi. Ulagay, en önemli sorunun söz konusu bu dünya ülkelerine ayak uydurma sorunu olduğunun ve geri kalındığı takdirde başarı şansının olmadığının altını çizerek, “2001 krizi sonrasında uygulanan büyümeye geçiş programı ile Türkiye ekonomisi toparlanmaya başladı ve 2002’de Ak Parti iktidara geldi. Yeni hükümet, ekonomide yaşanan kötü anılar sonrası kendisine sorunları düzeltilebilecek bakir bir alan bulmuştu ve bankacılık sorunları da aşılmıştı. Ak Parti devraldığı dönemin önemini kısa sürede kavradı. Türkiye’de 2002-2008 dönemi bulunmaz bir dönemdi. Kişi başına düşen milli gelir 3.500 dolar seviyelerinden 10.500 dolar seviyelerine geldi. Enflasyon düştü, TL değer kazandı ve ülkeye yabancı yatırımcı girdi. 2008’den bu yana ise kişi başına düşen milli gelir aynı seviyelerde kaldı. Bu tam bir patinaj anlamına geliyor. 2002-2008 yılları arasında yapılanlar yetmediği gibi o dönemin stratejilerine kıyasla günümüz stratejilerinde de bir sapma var. Gelinen noktada Türkiye’nin dış kaynaklara bağlı bir ekonomisi var ve ülke ekonomisi dışarıdan bakıldığında olumsuz ve kırılgan bir yapı olarak algılanmaya başlandı. Oysa ABD’den başlayan yeni bir teknoloji devriminin eşiğindeyiz. Buna uygun adımlar atmayan ülkeler ciddi sorunlarla yaşayacaktır” diye konuştu.

“Sıçrama yaparak kalkınmak emek sömürüsü ile mümkündür”

İkinci bölümde konuşmasına devam eden Cansen, iktisadi kalkınmanın sermaye birikimi ile mümkün olabileceğinin altını çizerek, yabancı sermaye ile kalkınma ve sıçrama yapma şansı olmadığını kaydetti. Cansen, sıçrama yaparak kalkınmanın emek sömürüsü ile mümkün olabileceğine vurgu yaparak “Sürdürülebilir kalkınma ve sermaye birikimi emeğin sömürüsü ile olasıdır. O nedenle reel ücretlerin dolar cinsinden düşmesi gerekir. Türk ekonomisinin en büyük yanlışı TL’yi koruma kanunudur. Öte yandan Çin modelinde olduğu gibi düşük kaliteli malı çok ucuza üretmek ve satmak gerekir. Çok yaparsanız çok öğrenirsiniz. Öğrenme arttıkça kalite artar. Kalite arttıkça da fiyat yükselir” tespitinde bulundu. Cansen’in ardından söz alan Ulagay da bugünün dünyasında bir yerlere gelmek için tek modelin Çin modeli olmadığını, bu modele karşılık Amerika’daki Silikon Vadisi modelinin olduğunu kaydetti. Bu bölgede çalışan insanların iyi koşullarda bulunduklarının ve değer ürettiklerinin altını çizen Ulagay, “Türkiye’nin bundan sonra uygulaması gereken model Çin modeli değil, Silikon Vadisi modelidir. Yani ucuz işçilik modeline değil, nitelikli işçilik ve ileri teknoloji modeline yönelmemiz gerekiyor. Zor da olsa hedef bu model olmalı” şeklinde konuştu.