BUSİAD Yüksek Danışma Kurulu Bildirisi...

BUSİAD Yüksek Danışma Kurulu Bildirisi...

BUSİAD YÜKSEK DANIŞMA KURULU BİLDİRİSİ…

 

DÜNYA EKONOMİSİ

15-16 Kasım 2014 tarihlerinde Avustralya’da toplanan G-20 Liderler Zirvesi, küresel ekonomik büyümenin zayıflığı ile ülkeler arasında dengesiz dağıldığı üzerinde durmuştur. Bu durum, gelişmiş ülkelerde uzun sürebilecek bir ‘düzenli durgunluk’ (secular stagnation) ve düşük büyüme dönemini işaret etmekte, gelişmekte olan ülkelerin de potansiyelin altında büyüme ile karşı karşıya olduklarını ortaya koymaktadır.

ABD ekonomisinde gözlenen iyileşme karşısında FED’in Ekim 2014’te parasal genişlemeyi sonlandırdığı ve 2015 yılında para politikasını normalleştireceği (faiz artırımına gideceği) görülmektedir. Euro alanında ise parasal genişlemeye yönelik atılan adımlara rağmen, bankacılık sektöründeki sorunların sürmesi, yüksek kamu borçları ve yüksek işsizlik deflasyonist eğilimleri güçlendirerek iktisadi faaliyetteki toparlanmayı olumsuz etkilemektedir.

Gelişmekte olan ülkeler açısından yapılabilecek en önemli tespit, önümüzdeki süreçte büyüme performansının geçmişteki gibi yüksek düzeylerde olmayacağının anlaşılmasıdır. Bu bağlamda, söz konusu ülkeler arasında küresel dengelenme sürecine yönelik uygun politika bileşimlerini tasarlayan ve yapısal sorunlarına ilişkin politikalar üreten ülkelerin pozitif olarak ayrışabileceğini belirtmek gerekmektedir.

TÜRKİYE EKONOMİSİ

Türkiye ekonomisi için 2014 yılı, iç talebin zayıflığı karşısında büyümenin ihracatın desteğiyle gerçekleştiği bir yıl olarak sonlanmaktadır. Dünya ekonomisinin düzenli durgunluk sürecine girdiği bir konjonktürde, Türkiye ekonomisinin önündeki en temel sorun, potansiyelin altında bir büyüme trendi ile karşı karşıya bulunulması olarak görülmektedir.

Büyüme ve İstihdam

Türkiye ekonomisi, 2014 yılının üçüncü çeyreğinde tarım sektöründeki olumsuz performansın da etkisiyle bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 1.7 ile beklentilerin oldukça altında bir büyüme performansı sergilemiştir. Bu çerçevede 2014 yılsonu büyümesinin yüzde 3 düzeyini aşmayacağı görülmektedir.

Mevsim etkilerinden arındırılmış işgücü verilerine göre ise; tarım dışı işsizlik, Eylül 2014 döneminde bir önceki döneme kıyasla yüzde 0,3 puan artarak 12,8 seviyesine yükselmiştir. Temmuz 2014 itibariyle yükseköğretim mezunu gençlerin işsizlik oranı yüzde 29.3, lise ve dengi okul mezunu gençlerin işsizlik oranı ise yüzde 20.2 olarak gerçekleşti. Bu sebeple, eğitim sistemiyle ilgili reformlara ihtiyacımız var. Teknik, çağdaş ve araştırmacı eğitimin yolu açılmalı. Toplumsal refahı artırmanın ilk koşulu ise işsizliği düşürmekten geçiyor.

Enflasyon ve Para Politikası

Kasım 2014 itibariyle TÜFE yüzde 0.18 olarak gerçekleşmiş ve yıllık enflasyon yüzde 9.15 düzeyine ulaşmıştır. 2014 yılı sonunda yüzde 9 civarında gerçekleşmesi beklenen enflasyonun, yüzde 5 olan 2014 yılı hedefinin oldukça üzerinde gerçekleşeceği görülmektedir.

Enflasyonun uzun süredir yüzde 5 olarak benimsenen hedefe bir türlü yakınlaşamaması, sorunun yapısal bir niteliğe büründüğünü, ekonominin rekabetçiliği ve verimlilik düzeyi ile ilişkili olduğunu ortaya koymaktadır.

Gelişmiş ülke merkez bankalarının zayıf küresel talep karşısında gevşek para politikası uygulamalarını belirli bir süre daha sürdürmesinin de etkisiyle, Merkez Bankası’nın 2015 yılı için faiz indirimine yönelik manevra imkânı olduğu görülmektedir. Fakat piyasa koşullarında belirlenmesi gereken faizin, hiçbir zaman siyasete alet edilmemesi gerekiyor.

Dış Ticaret ve Cari Denge

TİM’in açıkladığı Kasım ayına ait ihracat verileri, geçen yılın aynı ayına göre ihracatta yüzde 6.4 düzeyinde bir azalışın olduğunu ve toplam olarak Ekim ayına ait 12.9 milyar dolarlık düzey korunsa da Ekim 2013’ten bu yana ihracatın ilk kez düştüğünü gösteriyor.

Cari açık ise yılın ilk 10 aylık dönemi itibariyle yüzde 36,8 oranında azalarak 33,1 milyar dolara gerilerken, 12 aylık kümülatif cari açık son 4 yılın en düşük seviyesi olan 45,7 milyar dolar düzeyine inmiştir.

Kurdaki değer kaybının doğurduğu fiyat rekabeti avantajının 2014 yılının ikinci yarısından itibaren azalması ve Euro alanındaki deflasyonist eğilimlerin güçlenmesi, Rusya pazarında yılın sonuna doğru meydana gelen türbülans ve Ortadoğu pazarında varlığını sürdüren jeopolitik riskler 2015 yılında, 2014 yılı ihracat performansının altında kalınacağına işaret etmektedir.

2015 YILINA İLİŞKİN BEKLENTİLER

Türkiye ekonomisinin 2014 yılı makroekonomik performansı, sermaye girişleri aracılığıyla sıcak paraya dayalı büyüme modelinin sınıra dayandığını göstermektedir. Burada asıl sorunun, sanayinin üretim yapısı ve mevcut tasarruf düzeylerinin düşüklüğü olduğunu belirtmek gerekir. Bu nedenle, dünya ekonomisinin düşük büyüyeceği ve FED’in faiz artırımlarının global likiditeyi daraltacağı bir konjonktürde, Türkiye ekonomisi için 10. Kalkınma Planı’nda yer alan yapısal önlemlerin uygulamaya konulması ve ülke içi tasarruf düzeyinin artırılmasına yönelik politikaların önem kazandığı görüşündeyiz.

Türkiye ekonomisinin makroekonomik performansı açısından 2015 yılının kolay bir yıl olmayacağı görülmektedir. Başlıca ihracat pazarlarındaki gelişmelerin ihracat performansını olumsuz etkilemesi karşısında petrol fiyatlarındaki gerilemenin cari açığı ve enflasyonu olumlu etkileyeceğini söylemek mümkündür. Bununla birlikte, FED faiz artırımını 2015 ortasından itibaren düşük dozda ve zamana yayarak gerçekleştireceğini belirtse de faiz artırımına bağlı olarak dış finansman koşullarında daralma ve kur değişmelerini dikkate almak gerekmektedir. Dünya ekonomisinin ve gelişmiş ülke merkez bankalarının yukarıda çizilen çerçeve dahilinde hareket edeceği ve Türkiye’ye yönelik risk algılamasının mevcut görünümünü koruduğu varsayımıyla, temel makroekonomik büyüklüklere ilişkin 2015 tahminleri aşağıdaki tabloda sunulmaktadır:

%

2009

2010

2011

2012

2013

2014*

2015*

Büyüme

-4.8

9.2

8.8

2.1

4.1

2.8

2.5- 3.0

Enflasyon

6.5

6.4

10.4

6.2

7.4

9.0

7.5-  8.0

İşsizlik

13.1

11.1

9.1

8.4

9.0

10.5

10.5 

Cari denge

-2.0

-6.2

-9.7

-6.1

-7.9

-5.8

-4.5- 5.0

     *Tahmin

 

SEKTÖREL DEĞERLENDİRME

OTOMOTİV

Otomobile bakıldığında Kasım 2014 itibariyle üretim bir önceki yıla göre yüzde 1 artarak 1,049,852 adet oldu. Üretilen araçların yüzde 76’sı ihraç edilmiş olup, iç pazar satışları ise ikinci yarıda toparlanmasına rağmen bir önceki yıla göre yüzde 14 düştü. Satılan otomobil sayısı 656,493 adettir ve bunun yüzde 66’sı ithaldir. Aralık ayında yoğun kampanyalarla satışların biraz daha artması beklenmektedir.

Uludağ Otomotiv Endüstrisi İhracatçıları Birliği verilerine göre, sektör ihracatı yılın 11 aylık döneminde, bir önceki yıla kıyasla sadece yüzde 2,62 artışla 17 milyar 968.9 milyon dolar olarak gerçekleşmiş, 11 aylık araç ihracatımız ise bir önceki yıla göre adetsel olarak yüzde 5 artmıştır.

Otomotiv sektörü açısından Türkiye, önemli bir üretim üssü ve ihracatın yüzde 80’i AB pazarına yapılıyor. 2015 yılı için AB pazarındaki daralma, mevcut ihracat görünümünü olumsuz etkileyebilir.

2014 yılında AB otomobil pazarı 2013’e göre yüzde 6, ticari araç pazarı ise yüzde 10 büyümüştür.

Türkiye’nin gerek Uzakdoğu pazarından Avrupa’ya girmeyi düşünenler, gerekse BRIC ülkelerinin AB pazarına girmeleri için önemli bir giriş kapısı olduğunu ve üretim üssü olarak bir fırsat penceresine sahip olduğunu belirtmek gerekir.

2014 yılının 11 aylık rakamları ile ifade etmek gerekirse; Türkiye ekonomisine 18 milyar dolar civarında ihracat geliri sağlayan otomotiv sektörünün iç talepten de beslenmesi, global ekonominin yaratacağı olası riskleri minimuma indirecektir. İç pazardaki satışların ivmelenmesi için sektörün üzerindeki vergi yükünün hafifletilmesi gerekliliği ortadadır. Aynı zamanda kamu kurumlarında kullanılan araçların iç piyasada üretilen araçlar olması da sektöre canlılık getirecektir.

Ülkemizdeki üreticilerin yeni model yatırımları ile AR-GE harcamalarının arttığını göz önüne aldığımızda, ortaklıkların ‘stratejik ortaklığa’ geçiş sürecinde olduğunu, komşu coğrafyalarda yaşanan siyasi ve ekonomik sıkıntıların ise tehdit oluşturduğunu görmekteyiz.

TEKSTİL - KONFEKSİYON ve HAZIR GİYİM

AB ülkeleri halen Türk tekstil ve konfeksiyon sektörünün ana pazarı olmaya devam ediyor. Tekstil ihracatının yüzde 50’si, konfeksiyon ihracatının ise yüzde 82’si AB ülkelerine yapılıyor. 2013 yılına göre tekstil ihracatımız yüzde 8, konfeksiyon ihracatımız ise yüzde 14 arttı. Sağlanan artışlar konfeksiyonda; Almanya, Birleşik Krallık, İspanya ve Ortadoğu ülkelerinde, tekstilde ise Bulgaristan, Polonya, Hollanda ve İspanya’da gerçekleşti.

AB ülkelerindeki finansal, Rusya ve Ortadoğu’da ise politik istikrarsızlıklar maalesef Türkiye’nin ana ihracat pazarı olan bu bölgelerde satış kaybı yaşanmasına sebep oluyor. Sadece Rusya’da; Avrupa’ya uyguladıkları önleyici tedbirlerden dolayı, fırsatı Türk tekstilcisi değerlendirebilir. İç piyasa ise, düşük büyüme rakamlardan dolayı, önümüzdeki yıl da çok pozitif görünmüyor.

Tekstil ve konfeksiyon hala, Türkiye’nin en büyük  ihracatçı sektörü olma konumunu sürdürüyor. Sektörün en temel sorunu; küçük ve orta ölçekli işletme ağırlıklı olunduğundan, kurumsal yönetime geçilememesi… Bunun sonucunda, yüksek kayıt dışılık, haksız rekabeti körüklüyor. Aynı zamanda AR-GE yatırımlarının gelişimi de bu şekilde engellenmiş oluyor. Konfeksiyon sektörü için son dönemde ciddi bir işsizlikten bahsedebiliriz.

Sektörde ciddi oranda bilgi ve deneyim birikimi olmasına karşın kayıt dışılık; genç neslin bu iş dalında kariyer planlaması yapmasının da önünde engel… İstihdam şartları ile çalışma hukukunun daha olumlu bir zemine oturtulması halinde bu sektör, ülke ekonomisine daha uzun yıllar hizmet edecektir.

Tekstil sektöründe moda ve markaya yönelerek, daha yüksek katma değerli üretim yapılmasını önemli bir adım olarak görmekteyiz. Bu nedenle teknik tekstile ağırlık verilmesinin altını bir kez daha çiziyoruz.

İNŞAAT

Türkiye ekonomisi 2014 yılının ilk yarısında yüzde 3,3 büyürken, Türk Yapı Sektörü Raporu’na göre, ekonominin lokomotiflerinden inşaat sektörü söz konusu dönemde yüzde 3,8 büyüdü. Yılın tamamında inşaat sektörünün yüzde 3,5-4,0, yapı malzemeleri sanayi üretiminin yüzde 5,0, yapı malzemeleri iç pazarının ise yüzde 10-12 arasında büyümesi öngörülüyor.

Son dönemde artış eğilimine giren konut kredisi faizleri, konut satışlarındaki oranı bir önceki yıla göre geriletse de, yeni projelere başlama iştahı sürdü ve altı aylık süreçte alınan yeni konut yapı ruhsatı sayısı artış gösterdi. Otel, ofis, ticaret binaları ile sanayi-depo binalarının tamamında, alınan yapı ruhsatlarındaki önemli artış oranı da dikkat çekti.

2013 yılında ülke genelinde yüzde 10 büyüyen hazır beton sektörü ile ilgili olarak, 2014 yılında da yüzde 10 büyüme hedefledi. Bu büyüme beklentisinde en önemli etken, hükümetin hayata geçirdiği kentsel dönüşüm hareketi oldu.

Öte yandan; otoban, hızlı tren, teleferik, BursaRay, turistik tesis yatırımları, stadyum ve ulusal boyutlu inşaat firmalarının Bursa için planladıkları büyük konut projeleri nedeniyle 2013 yılı itibariyle kentimiz de inşaat sektöründe hızlı bir büyüme içine girdi. Bu büyümeden hem yapı malzeme sektörü hem de müteahhit firmalar olumlu yönde etkilendi. Sektördeki büyüme beklentisi, hem yapı malzeme markaları hem de ulusal boyutlu inşaat firmaları için Bursa’yı hedef pazar haline getirdi.

MAKİNE

Türkiye’nin genel makine sektör ihracatının 2014 yılsonu itibariyle 13.1 milyar dolar, 2015 yılında ise 14.3 milyar dolar olması bekleniyor. Sektörün, genel ülke ihracatındaki payının da 2014’te yüzde 7.52, gelecek yıl ise yüzde 8.21 olması öngörülüyor.

Makine sektörü açısından önemli bir sorun, ikinci el makine ithalatının yerli makine üreticisinin büyümesine engel oluşturması olarak karşımıza çıkıyor. 5-10 yıllık makinelerin yeni teknolojiye karşı yurtdışında fiyatının çok düşmesi ve kullanılmayan makinelerin özellikle Avrupa’da birikmesi, yerli alıcı için bir fırsat gibi gözükse de, eski teknolojinin getirdiği dezavantajlar ve yedek parça, servis hizmetleri için dışa bağımlılığın devam etmesi, karlı görünen bu alışverişi, ülke ve sanayicimiz için kalıcı  zarar veren bir yatırıma dönüştürebiliyor.

Bu nedenle, yerli makine üretimini teşvik etmek açısından ikinci el makine ithalatının önüne geçilmesi, sektörün en önemli beklentisi olarak değerlendiriliyor. Ayrıca, makine yatırımlarının bölge farkı gözetmeksizin yatırım teşvik programına alınması ve teşvikten yararlandırılmasının gerek katma değer üretimine gerekse ileri teknoloji üretimi için önemli bir ivme etkisi yaratacağını düşünüyoruz

TARIM

Bursa’dan yapılan yaş meyve sebze ihracatındaki azalışla birlikte, yaşanan dönemsel gelişmelerin de ihracatçıyı olumsuz etkilemeye başladığı görülüyor. AB üyesi ülkeler ve ABD’nin Rusya’ya uyguladığı yaptırımların ardından rublenin önemli ölçüde değer kaybetmesinin ihracatımız üzerinde ciddi olumsuz etkileri olacağını öngörüyoruz.

Tarıma dayalı sanayi, özellikle Bursa gibi verimli topraklara sahip bir kentte, bu iş kolunda faaliyet gösteren büyük ihracatçı kuruluşlarla birlikte önemini her geçen gün artırıyor. Sektör olarak yüzde 100 döviz girdisi sağlayan tarıma dayalı sanayinin, Türkiye’nin cari açığını azaltmak için önemli potansiyele sahip bir fırsat penceresi olduğunu düşünüyoruz.

TURİZM

TÜİK verilerine göre, 2014 yılının ilk 8 aylık döneminde elde edilen turizm geliri, bir önceki yıla oranla yüzde 10 artarak 28 milyar dolara ulaştı. Yılsonu itibariyle 36 milyon ziyaretçi ve 34 milyar dolar turizm geliri bekleniyor.

Bölgedeki jeopolitik gelişmelere rağmen talepte aşırı bir daralma yaşanmadığı, buna karşın Ruble’deki değer kaybının sürmesi halinde Rus turist sayısının önümüzdeki dönem azalacağı görülüyor.

Turizm sektöründe yatırımların durduğunu, özellikle bu alanda ‘merkez’ konumunda olan Antalya’da, önceki dönemlerde yüzde 80’lerde olan rezervasyonların mevcut durumda yüzde 20’lerde kaldığını da vurgulamak isteriz.

Öte yandan, İl Kültür Turizm Müdürlüğü verilerine göre, 2013’te 670 bin ziyaretçi ağırlayan Bursa için Ekim ayı verileri, yaklaşık 40 bin kişilik azalışı ifade ediyor. Bu yıl yabancı turist artışında istediği performansı yakalayamayan Bursa, 2014 yılında yerli turist sayısında da yüzde 10’luk bir düşüş yaşadı.  2015 yılı için Ortadoğu’dan Bursa’ya gelen turist sayısında bir artış olacağı da öngörülüyor.

Bursa’nın daha fazla turizm girdisi sağlayabilmesi için oda ve yatak kapasitesini genişletmenin yanında kente önemli kongrelerin taşınması, uluslararası bilgi paylaşımına imkan verecek organizasyonların yapılması, yine uluslararası boyutta fuarların yenilenmiş bir fuar alanında gerçekleştirilmesi hızla hayata geçirilebilecek önemli adımlardır. Sağlık turizminin de bu çerçevede yeniden yapılandırılmasına ihtiyaç vardır. Yurt dışı örneklerde de olduğu gibi sigorta sektörü ile sağlık turizminin ortak payda yaratabileceği alanlar bulunmaktadır.

BİLİŞİM

Bilişim sektörüne ve iş hayatına 2014 yılında, devlet tarafından zorunlu olarak e-Fatura ve e-Defter uygulamaları dahil edildi. 2015 yılında bu alanlardaki sektörel ve cirosal kısıtlar genişletilerek daha fazla mükellefin bu uygulamaları kullanması sağlanacak. Aynı şekilde e-Arşiv de zorunlu olarak iş hayatına girecek.

Öte yandan, e-İmza’nın da, yaşantımıza daha fazla gireceğini ve bazı yerlerde kullanımının zorunlu hale getirileceğini söyleyebiliriz. Sektör açısından, Kalkınma Bakanlığı’nın açıkladığı ‘2014-2018 Bilgi Toplumu Stratejisi ve Eylem Planı’nı da olumlu değerlendirmek gerekiyor.

BEKLENTİLER…

Türkiye’de yüzde 12 gibi çok düşük tasarruf oranıyla yeni yatırımları hayata geçirmek zor. Dolayısıyla özellikle doğrudan yabancı yatırımların önünü açmak için hukuki düzenlemelerin AB standartlarında ele alınması ve yatırımcılara yüzde 100 güven veren bir boyuta taşınması gerekiyor. Yatırım ikliminin iyileştirilebilmesi için endüstriyel tasarım, fikri mülkiyet ve patent ihlallerinde kısa sürede sonuç almaya imkan verecek hukuki çerçevenin oluşturulması da önemli bir gereklilik.

Avrupa Birliği, Türkiye ekonomisinin geleceği açısından çok önemli. AB ile ilişkilerimizin normal ve olduğu dönemlerde ülkemizin doğrudan yabancı yatırımları çektiğini görüyoruz.

Öte yandan, ilk etabı 15 milyon Euro’yu bulması planlanan uluslararası bir yatırımın, Gümrük Birliği’nden çıkılması yönünde yapılan tartışmalar ve görüşlere bağlı olarak oluşan belirsizlik nedeniyle durdurulduğunun açıklanması da üzerinde dikkatle durulması gereken bir konu…

Ülkemizin ekonomiden ziyade, acil çözüm bekleyen sosyal sorunları var. Öte yandan, Türkiye ekonomisinin potansiyel büyümesini yukarı çekebilmek açısından da sektörlere yönelik politikalar büyük önem taşımaktadır. Diğer bir açıdan, sürdürülebilirliğin sağlanması kaynakların etkin kullanımı ile de doğrudan ilintilidir. Bunun için sanayi envanterinin süratle çıkarılması gerekiyor. Böylelikle yatırımlar sektörlerin arz-talep dengesi gözetilerek planlanabilecek, kapasitesinin doğru planlanmasıyla da kaynaklarımızın çok daha isabetli kullanılması mümkün olacaktır. Sektörlerin dinamikleri yakından takip edilmeli ve değişimlere hassasiyetleri artırılarak riskler dengelenmelidir.

Sanayimizin gelişmesi, daha fazla katma değer yaratması ve rekabet gücünün artması için AR-GE, yenilikçilik ve yaratıcılık (inovasyon) kapasitesinin artırılması daha çok teşvik edilmelidir. Buna karşın, AR-GE teşviklerinde son dönemde bazı sıkıntıların yaşanıyor olması, bu alanda da yeniden bir düzenlemeye gidilmesi gerektiğini ortaya koyuyor.

Yapısal sorunumuz olan cari açığın azaltılmasının yanında, büyümenin sürdürülebilir olmasına katkıda bulunacak 10. Kalkınma Planı çerçevesinde tasarlanan politikaların uygulamaya konulmasının gerekliliğine de inanıyoruz.

Bununla birlikte, Aralık ayında 19. Milli Eğitim Şurası’nda yapılan tartışmalar ve ortaya konulan perspektiflerin, iktisadi ve toplumsal açıdan rekabet gücü yüksek ekonomi hedeflerine uygun bir çerçeve sunmadığı ve sanayinin ihtiyaçlarıyla örtüşmediği görülüyor.

Sanayinin katma değer üretebilmesi için öncelikle kalifiye eleman temini son derece önemli. Bu konuda, Bursa’da uzun süredir yeni bir meslek okulunun açılmamasının önemli bir eksiklik olduğunu görüyoruz.

İktisat politikalarının doğru tasarlanması ve uygulanması yanında, ülkenin geleceği için eğitime yönelik çağdaş politikaların tasarlanmasının, yapısal sorunlarımız ve Türkiye ekonomisi için var olan orta gelir tuzağına saplanmamamız açısından kritik bir öneme sahip olduğu gerçeğinin en ön planda tutulmasının gereğine inanıyoruz.

Öte yandan, 2023 yılı hedeflerine ulaşabilmemiz açısından OECD’nin yaptığı Pisa Eğitim Testi sıralamamız maalesef iç açıcı gözükmüyor. Bu nedenle eğitim sistemimizin, başta Temel Bilimler olmak üzere Pisa testinde ülkemizi daha yukarılara taşıyacak bir çerçevede düzenlenmesini de bekliyoruz.