Emekli Büyükelçi Ünal Çeviköz, BUSİAD’ın konuğu oldu.
BUSİAD Yönetim Kurulu tarafından organize edilen “Türkiye’nin Dış Politikası ve Ortadoğu’ya Bakış” konulu konferansın konuk konuşmacısı Emekli Büyükelçi Ünal Çeviköz’dü. Çeviköz, Türkiye’nin dış politikasının geçirdiği evrelerden batılı ülkelerle olan ilişkilerine, Ortadoğu politikasından Doğu ve Güneydoğu’da yaşanan terör kaynaklı çatışmalara ve Suriye’nin toprak bütünlüğü meselesinden Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin geleceğine kadar pek çok konuyla ilgili önemli tespitlerde bulundu.
BUSİAD Evi’nde gerçekleştirilen konferansın açılışında konuşan BUSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Günal Baylan, Türkiye’nin tarihten gelen stratejik önemini günümüzde de fazlasıyla koruduğunu ve geleceğe dönük gelişim planlarında ve uluslararası tüm adımlarında bu gerçeği her zamankinden çok daha fazla göz önünde tutmak zorunda olduğunu söyledi. Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyada askeri, siyasal, sosyal ve ekonomik olarak pozitif ayrışarak her zaman güçlü olmak durumunda olduğunun altını çizen Baylan, son yıllarda bölgede yaşanan gelişmelerin bu zor coğrafyada kuvvetli bir yapı ile çatışmaların dışında kalmanın önemini bir kez daha gösterdiğine işaret etti. Baylan, Türkiye’nin AB’ye üyeliğinin stratejik bir seçim olduğuna ve üyeliğin Avrupa ülkeleri ile asırlardır devam eden kapsamlı ilişkilerin doğal bir sonucu olacağına değinerek, “Avrupa Konseyi, OECD, NATO ve AGİT gibi uluslararası örgütlerde bulunmamız, AB’nin üzerine inşa edildiği, demokrasi, insan haklarına saygı, temel özgürlükler ve hukukun üstünlüğü gibi değerler ve normlara önem vermemiz, stratejik arzumuzu tamamlayacaktır” diye konuştu. Baylan, şöyle devam etti: Dünya Bankası’nın raporunda küresel ticarete ilişkin tahminlerin aşağı yönlü revize edilmesi ile gerçekleşecek ekonomik yavaşlama, bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde mali alanı daraltacağına işaret ediyor. Bu olumsuzluğun ise ancak yapılacak yapısal reformlar ve uzun vadeli programlar ile geçileceği, büyümenin ve yatırımcı iştahının yeni bir hikâye ile artacağı belirtiliyor. Diğer taraftan Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaşanan terör kaynaklı çatışmalara bağlı olarak neredeyse her gün aldığımız acı şehit haberleri, büyük şehirlerimizde patlayan bombalar, ölen masum insanlar ve özellikle Suriye kaynaklı mülteci sorunları ile yol alan bir ülke gündemimiz var. İş dünyası olarak siyasi ve ekonomik konjonktürü birlikte değerlendiğimizde ümitle başladığımız 2016 yılının da zor bir yıl olarak geçeceğini söyleyebiliriz. Ama bu şartlar altında öncelikli dileğimiz, 2016 yılının gerek ülke, gerek bölge, gerekse tüm dünya açısından yaşanan sorunların aşıldığı ve barışın hakim olduğu bir yıl olmasıdır.”
Baylan’ın ardından söz alan Emekli Büyükelçi Ünal Çeviköz, Türkiye’nin dış politikasının geçirdiği evrelerden batılı ülkelerle olan ilişkilerine, Ortadoğu politikasından Doğu ve Güneydoğu’da yaşanan terör kaynaklı çatışmalara ve Suriye’nin toprak bütünlüğü meselesinden Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin geleceğine kadar pek çok konuya değindiği bir sunum gerçekleştirdi. Türkiye’nin dış politikasını 1923 yılından bu yana 3,5 döneme ayırdığını söyleyen Çeviköz, “1923 ile 1947 yılları arasındaki ilk dönemde Türkiye uluslararası politikaya mesafeli durmuş ve dışa kapalı bir süreç geçirmiştir. 1947 ile 1991 yılları arasındaki ikinci dönemde ise Türkiye dışarıya açılmış, uluslararası kurum ve kuruluşlarda kendini öne çıkarmış ve kendini uluslararası ortamda kabul ettirmeye çalışmıştır. 1991’de Sovyetler Birliği’nin yıkılması ile başlayan üçüncü dönem ise 2009’a kadar sürmüştür. Henüz dördüncü döneme girmediğimizi ve 2009’dan sonraki süreci de yarım dönem olarak ayırabileceğimizi düşünüyorum” diye konuştu. 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla uluslararası siyasette yeni bir dönemin başladığını hatırlatan Çeviköz, iki süper güçten birinin devre dışı kalması ile dengeye dayalı sistemin yerini tek süper gücün aldığını belirtti. Türkiye’nin bu dönemin başlarına olumlu tepki vererek süreci proaktif bir politika ile başarıyla yönettiğini ifade eden Çeviköz, bu başarılı sürecin 2001 yılına kadar sürdüğünü kaydetti.
“Türkiye’nin Ortadoğu politikasındaki hatalar, onu bölgesel güç olmaktan uzaklaştırdı”
Çeviköz, 2002 yılında Ak Parti’nin ülke yönetiminde söz sahibi olması ile Türkiye’de yeni bir dönemin başladığına işaret ederek, “2002 yılından 2009 yılına kadar, dış siyasette daha önce atılan başarılı adımlar sürdürüldü. Ancak 2008 yılından itibaren Türkiye’nin dış siyasetinde bir dönüşüm başladı. Özellikle İsrail ile Davos’ta yaşanan gelişmeler ve Mavi Marmara olayı, zamanla Türkiye’nin Ortadoğu, bölge ülkeleri, NATO ve AB üyesi ülkelerle arasına mesafe soktu. 2009 yılından sonra Türkiye dış siyasette kendine aşırı güvenen, ittifak içinde olduğu batılı ülkelerle bazı politikalarda araya mesafe koyan bir süreç yaşadı. Özellikle Tunus, Mısır, Bahreyn, Yemen, Libya ve Suriye gibi Ortadoğu ülkelerinde yaşanan gelişmeler, Türkiye’nin batıyla arasını iyice açtı ve Türkiye dış siyasetteki geleneksel ‘Yurtta Sulh Cihanda Sulh’ ilkesinden uzaklaştı” diye konuştu. Çeviköz, şöyle devam etti: “Ortadoğu’da güçlü olmak için sorunların çözümü noktasında tarafsız olmanız gerekir. 2010 yılından itibaren Türkiye’nin İsrail ile olan ilişkilerinin iyiden iyiye bozulması, geçmişten gelen tarafsızlık ilkesi doğrultusunda arabulucu, kolaylaştırıcı olma avantajını kaybettirdi. Türkiye’nin Müslüman Kardeşler’e yakınlığı, taraf tuttuğu kuşkusunu doğurdu. Gelinen noktada Türkiye’nin Ortadoğu politikalarında önemli bir açık var. Bölge ülkelerin bir kısmında büyükelçimiz yok ve bu da diplomatik ilişkileri aksatıyor. Türkiye’nin bölgedeki tek önemli güç olmadığı ortadayken, Ortadoğu politikasındaki hatalar, onu bölgesel güç olmaktan uzaklaştırmıştır. Ortadoğu ve Suriye sorunun Türkiye’nin dış siyasetinde doğurduğu olumsuzluklara, Rus uçağının düşürülmesi ile Rusya da eklendi. Oysa son 12 yılda Rusya ile özellikle ticari ortaklık anlamında başarılı ilişkiler yürütülmüştü. 2014 yılında 35 milyar dolara yaklaşan dış ticaret, Rusya’nın uyguladığı yaptırımlardan olumsuz etkilendi. Gelinen noktada Türkiye’nin bölgede zorluklarla karşı karşıya kalmasının altında Ortadoğu’da işlenen yanlış politikalar ve atılan yanlış adımlar vardır. Yapılması gereken ise Türkiye’nin geleneksel dış siyasetine dönerek, komşularıyla olan ilişkilerinde eskisi gibi tarafsızlık ilkesine dönmesi ve ilişkileri iyileştirme çabası göstermesidir. Uluslararası arenada IŞİD tehdidini ön planda tutması, İsrail’le ve Doğu Akdeniz’de Mısır’la olan ilişkilerini normalleştirmesi gerekmektedir.”
“Suriyeli mülteci sorununu geleceğe dönük bir tehlike olarak görüyorum”
ABD ile olan ilişkilerin günümüze dek karşılıklı güven esasına dayalı olarak geliştiğine vurgu yapan Çeviköz, gelinen noktada ABD’nin Türkiye’ye olan güvenini yitirdiğini ve en kısa sürede söz konusu ilişkilerin yeniden yapılandırılması gerektiğini kaydetti. Çeviköz, Türkiye’nin Rusya ile olan ilişkilerinin de uçak düşürme olayının öncesine dönmesinin zor göründüğünü ifade ederek, eskisi gibi olmasa bile sorunların çözümü noktasında adımlar atılması gerektiğine değindi. Suriye’nin toprak bütünlüğünün önemi dillendirilse de, Irak’ın kuzeyinde yaşanan bölgesel federasyon yönetiminin benzerinin Suriye’nin kuzeyinde de gündeme gelebileceğine işaret eden Çeviköz, “Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyini kapsayacak olası bir bölgesel Kürt yönetimden Türkiye korkmamalı. Çünkü böylesi bir oluşum, en yakın komşusu konumunda olacak olan Türkiye’ye muhtaç olacaktır. Öte yandan diplomaside uzlaşı oldukça önemlidir. O nedenle Türkiye’nin olası böylesi bir senaryoya kendisini hazırlaması gerekir” diye konuştu. Çeviköz, şöyle devam etti: “Türkiye’nin de kendi içindeki PKK ile Kürt sorununu ayrıştırması gerek. Terör örgütüyle şu an yürütülen çatışma ortamı ile söz konusu sıkıntıyı kontrol etmek kolay değil. Türkiye’nin Güneydoğu’sunda yaşanan sorunlardan dolayı vatandaşların maruz kaldıkları üzüntü verici. Bugüne kadar 5 bine yakın terörist öldürüldüğü söylense de yüzlerce de şehidimiz var. İnsanların dağa neden çıktıklarını iyi analiz etmek gerek. Mevcut gidişatın Türkiye için olumlu sonuç vereceğini düşünmüyorum. Türkiye’nin kuvvete başvurması sonuç getirmeyecektir. Tarafların bir noktada uzlaşarak silahlarını durdurması, çözüm için yol ararken de terör unsurlarının ülkeyi terk etmesi şart. Son yıllarda dış politika, iç politikaya Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hiç olmadığı kadar etki eder hale getirildi. Suriyeli mülteciler konusunda da Türkiye yaşadığı sorunları aşmak için gerekli çalışmalara daha önce başlamalıydı ama sürecin böyle ilerleyeceğini düşünmedi. Türkiye, Suriye ile ilgili kurguladığı gelecek senaryosu çerçevesinde kapılarını açtı ancak plan ters tepti ve sorunlar arttı. Bu insanların Suriye’ye geri döneceği bir çözüm gerek ve bunun için PYD, Suriye rejimi ve Rusya ile görüşülmesi şart. Ancak Türkiye bunların hiç biriyle görüşemiyor. Suriyeli mültecilerin Türkiye’ye entegre edilmesinde geç kalındı. Suriyeli mülteciler; ülkenin demografik, sosyal ve kültürel yapısını bozabilecek ve yabancı düşmanlığına kadar gidebilecek bir süreç doğurabilir. O nedenle ben Suriyeli mülteci sorununu geleceğe dönük bir tehlike olarak görüyorum.”