İnsanlık sorunlarını aşmak adına “Dünya devleti modeli'
BUSİAD’ın desteği ile organize edilen Felsefe Toplantılarının dördüncüsü, “İnsanlık Sorunları ve Dünya Devleti” konu başlığı ile BUSİAD Evinde gerçekleştirildi. Toplantıya konuşmacı olarak katılan İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ayhan Bıçak, özellikle toplumlar arasındaki eşitsizlik üzerinde durarak, başta eşitsizlik olmak üzere diğer insanlık sorunlarının gelecekte aşılması adına önerdiği dünya devleti modeli hakkında bilgi verdi.
Etkinlikte “İnsanlık Sorunları ve Dünya Devleti” isimli bir sunum yapan Prof. Dr. Ayhan Bıçak, insanlık sorunları dendiğinde günümüz şartlarındaki ilk sorunun eşitsizlik olarak öne çıktığını belirtti. İnsanlık tarihinin başından bu yana özellikle yerleşik hayata geçildiğinden sonraki tüm süreçlerde eşitsizliğin hakim olduğunu ifade eden Prof. Dr. Ayhan Bıçak, eşitsizliğin bu süreç içinde her dönem meşrulaştırıldığını ve toplumda fakirlerin olmasının olağan karşılandığını dile getirdi. Topluma ilişkin istediğimiz ideal yaşam şartlarının önündeki önemli engellerden birinin eşitsizlik olduğunun altını çizen Prof. Dr. Bıçak, “Adaletli bir toplum istiyorsak iktisadi eşitsizlikle uğraşmamız gerekiyor. İktisadi eşitsizliğe ilişkin iyileştirici bir takım faaliyetlerde bulunmuyorsak, genellikle oradaki adalet kavramı hukuk bağlamında gerçekleşir ve eşitsizliği meşrulaştırırız. Bu da devletlerin çok sık dağılmalarına neden olur” diye konuştu. Prof. Dr. Bıçak, şöyle devam etti: “20. yüzyılda karşılaştığımız bir diğer insanlık sorunu da çevre kirliliği ile birlikte başlayan ve bununla doğrudan ilişkili olan iklim değişikliği sorunudur. Bir başka konu da kimlik konusu. Kimliklerimize ilişkin bir takım değerler tarih boyunca değişmiştir bu olağan bir durumdur. Fakat kimlik, 20. yüzyıldaki değişimleri ve 21. yüzyıldaki halleri düşününce ciddi sorunlarla karşı karşıyayız. Çünkü kimlikteki değişiklikler kişileri toplumsal sorumluluklardan uzaklaştırıyor gibi görünüyor. Toplumun içinde yaşasak da toplumsal kimlikle ilişkili değer sistemlerimiz, 100 yıl öncesine göre daha zayıf hale geldi. Bir başka soruna bakacak olursak, teknoloji çok hızlı gelişiyor. Özellikle sağlık alanındaki teknolojik gelişmeleri alkışlıyoruz ancak gelişen bu teknolojilerle 2050’li yıllara gelindiğinde insanın laboratuvar ortamında üretilmesi mümkün olacak. Organlarımızı değiştirebileceğiz ve kopan uzuvlarımızı teknoloji ile tamamlayacağız. Ayrıca beyin üzerinde önemli çalışmalar var ve yapay zeka çalışmaları çok hız kazandı. Laboratuvarda insan üretme süreci de bir insanlık sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Laboratuvarda üretilecek insanın ahlaki değerleri, inançları, topluma ya da başka insanlara karşı sorumlulukları olacak mı diye sormak gerekiyor.”
“Toplum olarak geleceğimizi pek parlak görmüyorum”
Dünyanın her yerinde işsizliğin artmaya başladığına ve yapay zekanın insan gücünün yerine kullanıldığına işaret eden Prof. Dr. Bıçak, 2020’li yıllarda bazı cerrahi operasyonları yapay zekalı makinelerin yapacağını bu süreçlerin de önemli insanlık sorunlarını beraberinde getireceğini kaydetti. Prof. Dr. Bıçak, küreselleşme olgusunun toplum içi eşitsizlikleri derinleştirdiğine de değinerek, “Dünya devletleri arasında gelişmiş zengin ülkelerle fakir ülkeler arasındaki fark çok arttı. Çok sayıda toplum fakirleşirken, az sayıda toplum zenginleşiyor. Batılı gelişmiş devletler, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerden birkaç adım ileride ve bunun farkındalar. Küresel ortamda insanların yaşam memnuniyetine bakacak olursak, örneğin ABD vatandaşlarının yüzde 60’ı ülkelerinde adalet olmadığını düşünüyor. Oysa buradan bakınca öyle görünmüyor. İnsanların içinde bulundukları durumu bütüncül değerlendirmeleri gerekiyor” diye konuştu. Prof. Dr. Bıçak, sözlerini şöyle sürdürdü: “1800’lerin başından itibaren sanayi devrimi ile dünyaya hakim olan batılı güçler, dünyayı 200 yılda istedikleri noktaya getirdi. Biz ise bu 200 yıllık süre zarfında batı ile olan aramızdaki farkı kapatamadık. Hukuku, ekonomi anlayışını, öğretim sistemlerini değiştirdik ama bu mesafeyi neden kapatamadık? 19. yüzyıldan bu yana iktisadi yapıyı sanayi devrimi ilkeleri üzerinden pek koruyamadık. Bir kere sermaye birikimimiz yoktu. Her ne kadar Türkiye 1920’lere kıyasla oldukça gelişmiş olsa da, Türkiye’nin 1920’lerde İngiltere karşısındaki konumu ile günümüzdeki konumu aynı mı? Ülke olarak bir yerlere geldik ancak 2050’lere baktığımda toplum olarak geleceğimizi pek parlak görmüyorum. Bu durumu değiştirmek için hem kendimiz hem dünya için yaratıcı çalışmaları arttırmamız gerek. 2050’li yıllara gelindiğinde mevcut demokratik yapı devam ederse, gelişmiş batılı ülkeler, dünyanın yarısını üzerlerinden atarak yola devam edecek. Dünyanın öbür tarafında açlık çeken insanlar, bu sistemin sorunu değil. 2030’lardan itibaren dünya genelinde iklim değişikliğine bağlı olarak tarımsal üretim düşerse mevcut sistem sürer mi? Ülke içinde artan işsizler, yardımlarla yaşamaya razı olur mu, yoksa isyan mı çıkarır? İsyanlar başlarsa sistem çöker çünkü üretilen malları alacak insan olmaz. Günümüzde ortalama insan ömrü artıyor ve emeklilik süreleri uzuyor. ABD’de 85 yaş ve üzeri olan insan sayısı, toplumun yüzde 10’unu geçmiş durumda. Buna bağlı olarak sosyal güvenlik sorunları gündeme gelebilir. Elimizdeki gidişata ilişkin veriler, biraz karamsar bir tablo çiziyor. Ahlaki açıdan geldiğimiz noktada birbirimize çok da zarar vermeden geleceğimizi kurgulayabilmemiz zor görünüyor. Biz bu noktada bir dünya devleti modeli öneriyoruz. 2030’larda olmasını beklediğimiz iklim değişiklerini görmeden tüm dünya ülkeleri bir barış anlaşması yapmalı ve bir dünya devleti kurulmalı. Bu dünya devleti çatısı altında tüm devletler bir araya gelmeli. Devletler birer valilik şeklinde bu çatı altında yer almalı. Bu çatı altında ekonomik eşitsizlik ortadan kalkmalı ve paylaşım adil yapılmalı. Devletlerin birbirine saldırmasını ortadan kaldırırsak, savunma alanındaki bütçeleri yoksullukla mücadeleye harcayabiliriz. Demokrasi kavramı partisiz olarak devam etmeli. Çünkü partiler günümüzde kabile partilerine dönüştü. Bu süreçte yöneticilerin denetlenmesi de şart. Şeffaflık ve hesap verebilirlik olmazla olmazlar arasında olmalı.”