Türkler'de problemli alan kimlik ve kişilik

Türkler'de problemli alan kimlik ve kişilik

Bursa Sanayicileri ve İşinsanları Derneği ile Bursa Felsefe Kulübü'nün birlikte düzenlediği Açık Kapı Toplantıları / Felsefe Söyleşilerinin 2022-2023 döneminin kasım ayı toplantısında, kimlik ve kişilik başlığı altında Türkler'de kimlik ve kişilik konuşuldu.

Moderatörlüğünü Olay Gazetesi Yazarı Ahmet Emin Yılmaz'ın yaptığı çevrim içi söyleşide Sakarya Üniversitesi Felsefe Bölümü Emekli Öğretim Üyesi Doç. Dr. Sait Başer, kimliğin aitlikle ilgili toplumsal bir şey olduğunu ve dış şartlara bağlı olduğunu, kişiliğin ise inşaa edilen ve şahsi bir şey olduğunu ifade etti. Doç. Dr. Başer, "Türkiye'de kimlik ve kişilik problemli bir alan haline geldi. Bir Alman kim olduğunu da bilir, kendi kişiliği sınırlarını da bilir. Türkiye'de hem kimlik hem kişilik birer problem konusu haline geldi uzunca bir zamandır. Bu durum modernleşme hareketlerimizin başına, bir başka perspektifte cumhuriyetin başlangıcına, bir başka perspektifte ise Yavuz Sultan Selim'e kadar gidebilir" dedi.

Bir toplumu değerlendirirken, 3 bin yıllık perspektif kullanılması gerektiğini de kaydeden Başer, şunları söyledi:

"Türk kimliği, 2300 yıllık bir nesnel perspektifle izlenebilir. Bu kimlik dönemsel özellikler gösterir. 10. yüzyıla kadar otantik yapısı içinde özel bir kimliktir. Kendine ait bir sosyolojik yapısı vardır boy yapılanmasıyla. Özel bir devlet ve hukuk yapısı vardır töre denilebilir. Buna Şamanizm diyorlar ama bu Türk inanç sistemi ile alakalı değildir. Türk hukuk ve inanç sistemi töre ile ifade edilir. Türk aslında töreli demektir. Töre dediğimiz kök tengri fikri bulunan bir yapıdır. Sınıflı bir toplumsal yapı yoktur. Bu durum adalet fikrinin güçlenmesini sağlamıştır. İnsanların birbirlerine zülmetmediği, insanın kendi gerçekliği ile buluşması için adalet toplumudur.

Tan, doğmak demektir. Tanrı doğması kesilmeyen ana varlık, ana hayat kaynağıdır. Durmadan doğuş hayatın kaynağıdır. İnsan bu durmadan doğuşun sonucudur. Durmadan doğuş insana gönülden ulaşır. İnsanın aslı gönüldür. Gönül insanın benliğidir.

Gönül yanmamışsa o henüz insan olmamıştır. Kişi gönlü pişmiş kimsedir. Gönlünde o Tanrısal doğuşu yaşamış kimsedir.

Türkçe törenin dilidir. Uyanmak dediğimizde aslında yanmaktan bahsediyoruz. Od kökünden gelir. Türk insanından istenen o yanmanın tamamlanması gerekiyor. Nefsinin hamlıklarını yakmamış kimseye insan denmez.

Tanrı zamanı yaşayandır. Biz ise yanılsamayı yaşarız. Nefsimizi yaktığımız zaman yanılsamadan kurtulur ve tanrısal hayatta buluşuruz. Töre tasavvufta yaşamıştır. Uyanma, anlama ve düşünmenin başlamasıdır. Düşünme insanın kendine düşmesidir."

Törenin ardından vahdet-i vücut ve vahdet-i şuhud kavramlarına da değinen Başer, vahdet-i vücudun Türklerde var olan bir durum olduğunu, sonrasında ortaya çıkan vahdet-i şuhudun örtülü bir düalist yapı olduğunu ifade etti. Başer, İmam Rabbani ile kendine önemli bir yer bulan vahdet-i şuhudun takliti gündeme getirdiğini söyledi. "Taklitle iman edemezsiniz" diyen Başer, şöyle devam etti:

"Kişiliğin inşa aracı olan inanmanız taklitse kişilikler de zayıflıyor. Kişiliklerle elde edilen yöneliş ve kararlar kimlikleri manipüle edilenler tarafından alınıyor. Din aslında kişiliği inşaa etme imkanıdır. Din taklide düşünce, daha sıkı dindarlaşmak daha şekilci olmak durumuna düşüyor.

Varlığın birliği vahdet-i vücuttan vahdet-i şuhuda örtülü dualist bir anlayış geçince ilk değişim yaşandı. Tanzimattan itibaren ise devlet eliyle pozitif materyalist bir anlayışa büründü. Cumhuriyetle şiddetlendi. Yeni bir kimlik üretmeyi dayattı devlet. Vahdet-i vücud ile ürettiğiniz ahlak ve değer, sonrasında yoktur. Türk modernleşmesi de taklitçi olmuştur. O nedenle dünya çapında bir sanatçı, düşünür, fikir adamı yetiştiremiyoruz. Hal böyle olunca Türkiye'de kimlik ve kişilikle ilgili kavga sürüp gitmektedir. Üstelik kavga edenler, tırnak içinde islamcı dediğimiz taklitçi bir anlayışla, batıcı olanlar da taklitci anlayışla hareket ediyor."

Başer, daha sonra katılımcıların sorularını da yanıtladı.